Esir miyiz? Köle miyiz? Ülkemiz işgal altında mı? İbadet etmemize engel olan şey nedir? Düşman işgali altında olsak, düşman, ibadetimize engel olsa, bize zulmetse nasıl da dinimize sahip çıkarız. Hatta ibadetlerimizi yapmak için ölümü bile göze alırız. Oysa yediğimiz önümüzde yemediğimiz ardımızda, her şeye sahibiz, kışın sıcak suyumuz bile var.
1- Bir insanın karşılaşabileceği en önemli sorunlardan birisi de ikilem içinde olmaktır. Ne yapacağına karar verememek. Aklın istediğini kalbin, kalbin istediğini aklın kabullenmemesi durumudur. Bu durum İnsanı yorar, yıpratır. İnsanlar dini yaşama noktasında da çoğunlukla ikilem içinde kalıyorlar. Bu yüzden ne tam dindar olabiliyorlar ne de dinden uzaklaşabiliyorlar. Bir yandan Allah’ın emirlerine uymak istiyorlar bir yandan da dini yaşamanın, kendilerini kısıtlayacağını, engelleyeceğini ve özgürlüklerini ellerinden alacağını düşünüyorlar. “ Dini bir hayatı seçersem, canımın istediği gibi davranamam, her şey günah, her şey yasak, böyle hayat yaşanır mı? ” Hâlbuki din, insanı düzene sokup disipline ediyor. İnsan, dini yaşamın verdiği dinginliği, olgunluğu, huzuru keşfedebilse, boşa geçirdiği ömrü için ne kadar hayıflanır. Dinin disiplinini kabul etmeyen insan, nefsinin kölesi olur. Allah korusun, hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşebilir.
İnsana gerçek manada özgürlüğünü kazandıran şey din’dir. Düşünün; bir aslan ne zaman özgürdür? Dişlerini avının etine geçirdiği zaman özgürdür. Bir kartal ne zaman özgürdür? Gökyüzünde uçtuğu zaman özgürdür. Çünkü fıtratları bunu gerektiriyor. Peki, bir insan ne zaman özgürdür? Kulluk görevlerini yerine getirdiği zaman özgürdür. Çünkü insan, fıtratının gereği olarak Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır. Ancak bu şekilde aradığı huzuru ve mutluluğu bulur. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat suresi 56. Ayet) “... Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d suresi 28. Ayet)
2- Nefsimizin bizi yönetmesine, köle etmesine izin veriyoruz. İnsan nefsinin arzularına uydukça özgür olduğunu sanır ama nefsine köle olduğunun farkına varmaz. Nefis, laf anlamaz çocuk gibidir. İstediğini elde edinceye kadar ağlar sızlar ve sonunda bize boyun eğdirir. Allah’ın emir ve yasaklarına karşı asi’dir. [“Allâh'u Teâlâ ne zaman ki nefsi yarattı; ona sordu: "Ey nefis! Bildin mi, ben kimim ve sen kimsin?" Nefis: "Sen sensin, ben de benim" diye cevap verdi. Allâh'u Teâlâ bunun üzerine nefse hışım etti. O hışmın pırıltısından cehennem yaratıldı. Allâh'u Teâlâ’nın emri ile cehennem üç bin sene yakıldı. Öylesine karardı ki cehennemin içinde göz gözü görmez hale geldi ve iyice ısındı. Allâh'u Teâlâ’nın emri ile nefis, cehenneme atıldı. İyice yandıktan sonra çıkarılıp Allâh'u Teâlâ’nın huzuruna getirildi ve soruldu: "Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?"Nefis: "ben benim, sen de sensin" diye cevap verdi. Allâh'u Teâlâ bin yıl daha cehennemde yakılmasını emretti. Tekrar çıkardılar ve kendisine sordular. Yine aynı cevabını verdi. Allâh'u Teâlâ’nın emri ile bin yıl daha cehennemde yakıldı. Böylece nefs-i emmâre toplam 3 bin yıl cehennemde yandı ve senlik-benlik davasından vazgeçmedi. Bunun üzerine Allâh'u Teâlâ "nefsin gıdasının kesilmesi" emrini verdi. Nefsin gıdası kesildi ve 3 günde feryadı basarak: "Beni Rabbime iletin" dedi. Cehennem malikleri Allâh'u Teâlâ’ya niyaz edip, şöyle dediler: "İlâhi! Sen gaibleri bilicisin. Şu nefs ki 3 bin yıl cehennemde yandığı halde hiç kimseye baş eğmedi. Şimdi üç gün aç kaldı, "BENİ RABBİME GÖTÜRÜN" diye feryada başladı." dediler. Allâh'u Teâlâ huzuruna getirilmesini irade buyurdu. Gittiler nefsi getirdiler. Allâh'u Teâlâ nefse sordu: "Ey Nefis! Bildin mi, ben kimim, sen kimsin?" Nefis bu defa şu cevabı verdi: "Bildim Mevla’m. Sen Rabbimsin, ben de senin âciz kulunum" Müzekkin-Nüfus (Eşrefoğlu Rumi Hz.) http://forum.memurlar.net/konu/1446634/“]
Demek ki nefis ancak aç kalınca (Oruç tutunca) ıslah oluyor. Genç, güçlü, sağlığı yerinde olan bir insan kendini yenilmez, yıkılmaz zanneder. Diz çökmez, boyun eğmez. Çünkü ıslah edilmemiş nefis asi’dir, başına buyruktur.
3- İnsanoğlu ölümü kendisine çok uzak görür. Ölüm o kadar uzaktadır ki, kendisine yaklaşması yüzyıllar alır. Zaten hep başkaları ölür, kendisine bir şey olmaz. Yakınlarından biri öldüğünde biraz mahzunlaşır, ölen kişiye üzülür, biraz dua eder, sonrasında unutur ve hayatına kaldığı yerden devam eder.
4- İnsan, Allah’ın affına güvenir. Evet, günahkârım, ibadetlerimi yapmıyorum ama daha yaşımız genç. İşler çok yoğun, zaman yetmiyor bile. İlerde tabi ki kulluk görevimizi yapacağız. Hem şimdi rızkımızın peşinden koşturuyoruz, çoluk çocuğumuzun rızkını helal yoldan kazanıyoruz. Bu da bir nevi ibadettir. Ayrıca Cuma’ları katiyen kaçırmam. Zaten Allah affedicidir. Hem kötü bir huyum yok ki, kimseye kötülüğüm de dokunmaz, kalbim tertemiz, ben iyi bir insanım. Allah beni elbette affeder. Hem günahlarımızın cezasını çektikten sonra cennete gideceğiz. Sanki Allah, İbadeti, kötü olanlara, kalbi kirli olanlara emretmiş ve cennete girmek garantiymiş gibi.
5- Bir kısmımız da gâvur’a kızıp oruç bozan cinsteniz; Küçükken camiye gittim. Hoca beni dövdü. O yüzden namaz kılmıyorum, camiye gitmiyorum. İyi halt ediyorsun. Bre! Kardeşim hala acısı geçmedi mi o dayağın. Tamam, hoca bir halt işledi de, sen hala büyüyemedin mi? Gerçeği göremiyor musun? Okuyup araştıramıyor musun? Top oynarken düştüğünde top oynamaktan vazgeçtin mi? Bırak kendini kandırmayı, paçayı böyle kurtaramazsın.
6- İbadet etmememizin bir başka sebebi de, dizilerde, filmlerde, reklamlarda, aşılanan yaşam tarzıdır. Özgür ol, kimseyi takma, hayatını yaşa, keyfine bak, mutlu ol, bir daha mı geleceksin dünyaya, vur patlasın çal oynasın, canın ne istiyorsa yap. Allah’ı düşünme, hesap gününü düşünme, cehennemi düşünme. Dünyevileşiyoruz, dünya malına sevgimiz artıyor. İbadet etmek aklımıza bile gelmiyor.
7- Ortaçağ Avrupa’sı, Rönesans ve reform hareketleriyle kilisenin skolâstik düşüncesinden uzaklaşarak bilimsel alanda gelişmeler göstermişti. Cumhuriyet döneminden itibaren bizde de bir takım “aydınlar” dinin bizi geri bıraktığı bu yüzden sekülerleşmemiz ve dinden uzaklaşmamız gerektiği düşüncesiyle hareket edip dini ve dindarları aşağılamaya başladılar. Örneğin filmlerde dindar insanlar, hocalar hep sahtekâr, şehvet düşkünü, bilime, gelişmeye karşıymış gibi gösterildi. Toplumda dindar insanlarla alay edildi, cahil oldukları, gerçekten dindar olmayıp da çıkarları için dindar göründükleri iddia edilerek küçümsendiler, aşağılandılar. Bu propagandalardan etkilenenler, dindar görünmekten kaçındılar. Oysa Müslümanlar ne zaman ki İslam’ın gereklerini yerine getirmişler, o zaman gelişmiş ve güçlenmişlerdir.
8- Şeytanın vesvesesi, hileleri de çok ve etkilidir. Namaza yeni başlayan bir kişi, diyelim ki, sabah namazını kılmadıysa diğer vakitleri de kılmıyor. Niye? Çünkü olmadı, eksik oldu. Neyse artık yarın başlarım diye erteliyor. Ertesi gün sabah namazını kılınca, hah! Şimdi oldu. İnşallah bu kez tam olacak, ama yine bir sebepten dolayı öğlen veya ikindi namazlarını kılamayınca artık akşam ve yatsıyı da kılmıyor. Çünkü yine eksik oldu. Kişiyi bu duruma düşüren şeytan,planını uygulamaya devam ediyor: Arkadaş böyle namaz mı kılınır, bir vakit kılıp bir vakit kılmıyorsun, kılacaksan adam gibi kıl, Allah ile alay mı ediyorsun, ya tam kıl ya hiç kılma. Zaten zar zor namaza başlamaya karar vermiş olan insan,zorluğu da görünce, Hâşâ Allah'la dalga geçmeyeyim, daha fazla günaha girmeyeyim diye namazı terk ediyor. Kazanan, şeytan. Kardeşim, ibadetin hatalı da olsa, az da olsa ibadete devam et. Çünkü ibadet etmeyerek zaten günaha giriyorsun. En azından bir vakit namazını, bir ibadetini kurtar. Sen ibadetine sabırla devam et. Allah, ibadeti sana kolaylaştıracak ve sevdirecek. Ama senin de niyetinin
samimi olduğunu göstermen ve harekete geçmen gerek.
samimi olduğunu göstermen ve harekete geçmen gerek.
9- Bir kısım insan da, dinin emir ve yasaklarının, hocaların, hacıların sorumluluğunda olduğunu sanıyor herhalde. Dini yaşamadığı için kendini sorumlu görmüyor ve kendini günah işleme noktasında özgür hissediyor. Hatta dindar insanların günah ve kusurlarını ifşa ederek, böyle müslümanlık mı olur? Böyle namaz kılacağıma hiç kılmam daha iyi diyebiliyorlar. İyi de arkadaş, o zaman, o günahkar müslümanı örnek alma, sen ona örnek ol, sen daha iyi müslüman ol. Onlar en azından, günahları ve eksikleri de olsa dini yaşamaya çalışıyorlar. Bir gayretleri var. Emin ol, namaz kılmadığın zaman sorumluluktan kurtulmuyorsun. Bir müslümanın namaz kılmaması için üç durumdan birinin olması gerekiyor. 1. Ölmek 2. Deli olmak 3. Bayılmış olmak. Bayılsan bile sonrasında kazasını kılmalısın.
10- Bir kısım insan da Allah’tan ümidini keserek, ben zaten günahkârım, bu kadar günahtan sonra Allah beni affetmez, diyerek dinden uzaklaşıyorlar. Kardeşim Allah adına konuşma yetkisini sana kim verdi ki, Allah’ın kimi affedip kimi affetmeyeceğine karar veriyorsun. Sen yalvar, yakar, af dile. Allah sonsuz merhamet sahibidir. “Allah Teâlâ rahmetini yüz parçaya ayırdı. Doksan dokuzunu kendi yanında tuttu, bir parçasını ise yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün canlılar birbirine merhamet ederler. Hatta kısrak (emzirirken) yavrusuna basıp da zarar verir korkusuyla ayağını kaldırır.” (Buhâri, Edeb, 19; Müslim, Tevbe 21)
İbadet Allah'ın emridir, ricası değil, bizim keyfimize bırakılmamıştır. Huşu duymak, vecde gelmek, içimizden gelmesi falan gerekmiyor. Canım namaz kılmak istemiyor, oruca dayanamam, henüz hazır değilim, ilham gelmiyor. Yok, böyle bir şey! İbadeti yapmak zorundayız. Cennet öyle kolay değil. Bir kez ya Allah! diyerek harekete geçebilsek arkası gelecek. İşte bize ya Allah! dedirtecek o tetikleyiciyi bulmak gerek. Allah herkese, mutlaka, hidayet kapısını (tetikleyici) açar. O kapıdan girip girmemek bizimtercihimizdir. Bu kapı, birinin cenazesi olabilir. Cenazelerde ölümü yakından hissedip, dünyanın geçici olduğunu anlayan ve Allah'a yönelen birçok insan var. Yine bu kapı geçirdiğimiz bir kaza olabilir, okuduğumuz bir kitap, duyduğumuz veciz bir söz, izlediğimiz bir film, okuduğumuz bir ayet veya bir hadis olabilir.
Gerçek bir örnek vereyim. Gözleri görmeyen yaşlı bir adam bir esnafın dükkânına geliyor. Sohbet ederlerken yaşlı adam sen namaz kılıyor musun diye soruyor? Esnaf biraz mahcup maalesef kılmıyorum diyor ve konuyu değiştirmek için çay içer misin diye soruyor? Yaşlı adam, senin çayın içilmez diyor. Esnaf alıngan bir tavırla niye diye soruyor? Yaşlı adam niye olacak, namaz kılmayanın çayı da içilmez yemeği de yenilmez diyor. Bu olay esnafın hidayete açılan kapısı (tetikleyicisi) oluyor. Esnaf artık beş vakit namazını kılan bir insan.
Bizler çoğu zaman dini, dinin dışından bir bakış açısıyla değerlendiriyoruz. Bir şeye dışarıdan bakmak doğru değerlendirmemize engel olur. Futbol maçlarını izlerken, bizler seyirci olarak birçok yorum ve eleştiri yapıyoruz. Futbolcuyu, hakemi eleştiriyoruz ama kendimiz oynadığımızda (halı sahada falan) o zaman bizi eleştirenlere karşı, kendimizi savunmaya geçiyoruz. Haklılığımızı ispata çalışıyoruz. Yani sahanın içinden ve dışından bakmak arasında fark var. Dindar insanlar sahanın içindeler, bir şeyleri eksik, hatalı yapacaklar, belki nefislerine uyup bilerek günah işleyecekler. Dindar olmak günahsız olmak demek değildir veya hiç günah işlemeyecekleri anlamına gelmez. Sahanın dışında olan seyirciler (dindar olmayan insanlar) bu durumu görmeliler ve dört dörtlük olayım da sonra ibadete başlayayım demeden dört dörtlük olmak için ibadete başlamalılar.
Bir yazı okumuştum. Beni çok etkiledi. Hatırladığım kadarıyla sizinle paylaşmak isterim. Anne karnında bir bebek, göbeğinden bir bağ ile annesine bağlıdır. İhtiyacı olan gıdayı annesinden temin eder. Anne karnında başka bir şeye ihtiyacı olmadığı halde organları oluşmaya başlar. Gözleri, kulakları, elleri, ayakları, oluşur. Bebek dese ki, bu organlara ne gerek var, benim bunlara ihtiyacım yok ki. Bilmez ki, doğduğu zaman yaşayacağı dünyada, bunlara ihtiyacı olacak. Biz de dünyada anne karnında gibiyiz. Gıdamızı temin ediyoruz, ihtiyaçlarımızı görüyoruz. Namaz, oruç gibi ibadetlere ne ihtiyacımız var ki diyebiliriz. Unutmamalıyız ki, bu dünyadan da ahirete doğacağız. Bu namaz, oruç, (organları) orada bize lazım olacak.
İbadetler nefsimizi terbiye etmenin, davranışlarımızı disipline etmenin, temiz ve olgun bir müslüman olarak Allah’ın huzuruna çıkmanın ve Allah katındaki değerimizi
yükseltmenin tek yoludur.

